Ramazan ayı, sadece aç kalmanın değil, sabır, hoşgörü ve empati göstermenin de ayıdır. Oruç, kişinin kendini terbiye etmesini sağlarken, toplumsal dayanışmayı da güçlendirir. Ancak her yıl olduğu gibi, oruç tutanlar ve tutmayanlar arasında gerilimler yaşanabiliyor. Oysa bu farklılıkları doğal karşılamak ve birbirimize saygı göstermek bu ayın ruhuna daha uygun olmaz mı?
Oruç tutanlar, ibadetlerini yerine getirirken başkalarının tercihlerine müdahale etmemeli, tutmayanlar da Ramazan’ın manevi atmosferine duyarlı olmalıdır. Toplumsal huzur, herkesin inancına ve yaşam tarzına saygı göstermesiyle mümkün olabilir. Ancak ne yazık ki, biz ortak alanlarda hoşgörülü olmayı ve başkalarının hayatına ‘olumlu’ dokunmayı pek başaramıyoruz. Ülkemizde herkes her an her şeye tepki verebilir gibi bir ortam oluşmuş durumda.
Bunun sonuçlarını da acı olaylarla görüyoruz. Ülkemizde, yolda sadece evine gitmek isteyen genç bir kadın kılıçla öldürüldü. Geçtiğimiz günlerde bir parkta bankta oturan bir kadın, ehliyetsiz bir çocuğun kullandığı aracın çarpması sonucu ağır yaralandı ve hala yaşam mücadelesi veriyor. Kızılay eski başkanı Kerem Kınık’ın kızı Zehra Kınık’ın arabasıyla çarptığı Yavuz Selim Öztürk hayatını kaybetti, ancak Zehra Kınık hala aramızda.
Bu olaylar, toplum olarak saygı, sorumluluk bilincimizi ve ülkedeki adaleti sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Ramazan ayında sabrı, anlayışı ve empatiyi konuşurken, bunları hayatımızın her anına yayabiliyor muyuz? Giyim kuşamdan düşünce özgürlüğüne kadar herkesin yaşam tarzına saygı duymayı öğrenmeden, ne Ramazan’ın manevi atmosferini tam olarak hissedebiliriz ne de gerçekten huzurlu bir toplum olabiliriz.
Ramazan, sadece bireysel ibadetlerle değil, toplumsal sorumluluklarımızı hatırlamakla da anlam kazanır. Saygıyı ve hoşgörüyü sadece bir ay değil, hayatımızın her dönemine yayabilirsek, işte o zaman gerçekten daha iyi bir toplum olmaz mıyız?