Hiç şeytanın şehre indiği bir roman okudunuz mu? Ama öyle bildiğimiz şeytan hikayelerinden değil… Gerçeküstüyle gerçeğin iç içe geçtiği, satır aralarında gizli bir hicvin dolaştığı bir roman? Mihail Bulgakov’un Usta ve Margaritası tüm bu saydıklarımın karşılığı.

Moskova’nın tam göbeğine, 1930’ların Sovyet Rusya’sına, esrarengiz bir yabancı geliyor, Voland. Bir profesör mü? Bir aristokrat mı? Yanında tuhaf bir ekip var, alaycı kedi Behemoth, ürkütücü Azazello, sinsi Koroviev. Ve şehrin düzenini altüst etmeye başlıyorlar. Ama kim haklı, kim suçlu, kim deli, kim akıllı—işte Bulgakov’un büyüsü burada başlıyor.

Sonra bir başka hikaye açılıyor önümüzde bir bocalıyoruz, neler oluyor?

Kaybolan bir yazar, nam-ı diğer Usta. Yazdığı roman yüzünden sürgün edilmiş, aşkı Margarita ise onu kurtarmak için şeytanla bile pazarlığa girmeye hazır. Peki, aşk ne kadar ileri gider? Sanat, güce karşı ne kadar dayanabilir? Ve en önemlisi, gerçeği kim belirler?

Bir yanda Voland’ın düzenlediği akıl almaz şovlar, öte yanda Margarita’nın çılgın uçuşu… Roman ilerledikçe, hangi dünyanın daha gerçek olduğuna dair şüpheler başlıyor. Moskova mı? Yoksa Usta’nın yazdığı, Pilatus’un ve İsa’nın dolaştığı diğer dünya mı?

Bulgakov’un bu romanı sadece bir hikaye değil, bir meydan okuma. Kime mi? Güç sahiplerine, sansüre, korkuya, belki de bizzat okura. Peki, siz Moskova’da bir gece vakti yürürken, bir bankta oturan iyi giyimli bir yabancının size geleceği bildiğini söylese ne yapardınız?